Arzu, Sabır ve Bunalım XXIV : Emin Berk

Arzu, Sabır ve Bunalım sanat sektörünün olmazsa olmazı olan sanatçıların kendilerine yöneliyor. Elbette kapsamı oldukça büyük olan bu evrenin değerlendirilmesi için kimi filtrelemelere gitmekte yarar var. Çünkü, sanat sektörünün ana arterlerinde kaybolmak için bir süre gözümüzü kapatıp ilerlemeye çalışmak yeterli olabiliyor. Gözümüzü açtığımızda hiç de tahmin etmediğimiz zamanmekanlarda olabiliriz. ‘Genç’ sanatçıların sektör içindeki algılanışına dair Galerideki Hayaletler: Genç (!) Sanatçıların İşçiliği yazım ile birlikte değerlendirilebilecek yeni seri ile konuyu derinleştirmeye çalışıyorum. Bu nedenle Arzu, Sabır ve Bunalım sanat sektörüne -onlar için sanat camiası- girmek isteyen ‘yetenekli, entelektüel ve başarılı’ yeni nesil /’ genç’ sanatçıları odağına alıyor.

Bu röportaj serisinde farklı ölçek ve bağlamda düzenlenen ‘yarışmalı’ sergilerden belirli kriterlere göre benim tarafımdan seçilmiş sanatçıların kendilerini, işlerini, beklentilerini sunuyoruz. Elbette bu soruların yanıtlarının bugünün yansımalarını içerdiğini kaçırmamak gerekir. Sanat sektöründe sanatçıların serüvenini izlemek çok daha kapsamlı bir araştırmanın konusu olmaya devam ediyor. Çünkü sanıldığının aksine sanat anlık ve yalnızca esinle gelişen bir ‘yaratıcılıktan’ öte, aynı zamanda kişinin zamanını, maddi gücünü, fedakarlığını ve çabasını sınırlarına kadar zorlayan bir uğraş. Bir kültürel değer içermesi nedeniyle de açık bir yapıt olarak karşımızda. Çevresinden etkilenen ve çevresini etkileyebilen sanat, zamanmekan içinde dönüşebiliyor.

Bu sebeple röportaj serisinin adını Arzu, Sabır ve Bunalım olarak belirledim. Bu duygular esasında eşzamanlı yaşanmakla birlikte, sanatçıların uzun evriminde farklı dönemlerinde baskın hale gelebiliyor. Bu anlarda kimi sanatçılar sanat üretiminden kendilerini çekerlerken farklı yaratıcı ve üretici süreçlere girdikleri de sanat tarihinde gözlemlenebiliyor.

Arzu, Sabır ve Bunalım serisinin diğer röportajları için blogta Arzu, Sabır ve Bunalım kategorisine girmeniz yeterli olacaktır.

Serinin yirmi dördüncü röportajı, Base 2020 kolektif katılımcılarından Emin Berk e ait.

Emin Berk

Emin Berk‘in Homebody (2020) serisindeki işlerini incelediğimizde evlerine misafir olduğumuz vücut geliştirmelerle karşılaşıyoruz. Emin Berk, kendisini belgesel fotoğrafçı olarak tarif ederken, bir es vermemizi istiyor. Röportajda kendisinden okuyabileceğiniz gibi Berk, geçmiş dönemlerde sıkça kullanılan ve biraz da anlamı kendinde hikayelerin peşinden gitmiyor. Kendi insan profili ve hikayesinin peşinde olan Berk, Homebody serisindeki işlerinde kendisinde de pandemi ve sosyal mesafeye uyarak modelleri, modellerinin evine gitmeden, kendi evinden yönlendirerek fotoğraflıyor. İçeriğin formun önüne geçtiği günümüz sanat yapıtlarında, modellerin işin bir paçası olması fotoğraflama yöntemi olarak kayda değer bir açılım olarak yorumlanabilir. Elbette bu yöntemde Berk, tüm iradesini modele bırakmıyor ya da model aynı zamanda fotoğrafçı da olmuyor. Kişisel bakış açısını model üzerinden yeniden kuran Emin Berk, aynı zamanda bunu modelin yapabileceği forma da sokmak durumda kalıyor.

Bir yandan teknolojik ve lojistik araçlarla hiç bulunmadığı bir ortamı fotoğraflamanın özgürleştirici niteliklerini kullanırken, aynı zamanda ortaklaşmanın zorunlu olmasından dolayı aktarılabilir bilgiye inen fotoğrafın sınırları bir arada.

Belgesel fotoğrafçılığın en önemli katkısı, görmezden gelinen personaların hikayeleri ile birlikte ‘insanileştirilmesidir’. Emin Berk’in tanışıklığı da olan modellerin özel alanlarında gözlemlemek insanileştirme için oldukça yerleşik bir hamle. Ancak bu yerleşik hamlenin pandemi sürecine gerçekleştiğini anımsadığımızda gerçekçi de. Herkesin kişisel ve profesyonel niteliğini sağlayan yer olarak evler içine ve üstüne kapanılan yerler olarak pandemi öncesine göre çok daha ‘anlam’ kazandı.

Emin Berk aynı zamanda sanat camiasına olan bakışı, keskin söylemleri nedeniyle camianın kendisine dönük eleştirilerini de paylaştı. Her eleştirinin bağlamı yeniden ve yeniden düşünülebilir elbette, ama içinde olduğu alana dair suskunlara karşın sanat camiasının daha fazla sese ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum.

Bu röportajda Emin Berk ile Base 2020 kapsamındaki işleri üzerinden belgesel fotoğrafçılığını, sanat ve sanat camiasına dönük bakış açısını konuştuk.

Öncelikle kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben Emin, 22 yaşındayım, Sakarya’da doğdum, İstanbul’da yaşıyorum. Fotoğraf bölümünden yeni mezun oldum. Dört yıldır fotoğraf ve video üretimi gerçekleştirmekteyim. Çalıştığım konular kültür ve bellek çevresinde şekillenmekte.

Üniversitelerin, akademilerin sanatçıları okul sonrasındaki sürece hazırladığını düşünüyor musun?

Hem evet, hem hayır. Bu en başta öğrencinin ekonomisi ve isteği ile alakalı.
Kocaeli Üniversitesi Fotoğraf Bölümü mezunuyum, bir yıl da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Farabi programıyla bulundum. Bu sebeptendir ki yorumumu iki üniversite için yapacağım. Kocaeli Üniversitesi Fotoğraf Bölümü ‘nde aldığım eğitim kuramsal ve teknik fotoğraf ağırlıklıydı, hocalarım bu alanlarda uzman kişilerdi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde ise daha çok deneysel ve kuralları bozan bir eğitim vardı. Çeşitli baskı teknikleri denemek, fotoğraf kitabı yapmak, video editlemek gibi istersek kullanabileceğimiz imkanları ve bu alanda etkin hocaları vardı. Kocaeli Üniversitesi Fotoğraf Bölümü ‘nde fotoğraf okumayı, fotoğraf eleştirmeyi ve ticari fotoğraf işleri yapmayı öğrendim. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ‘nde ise kuralları yıkıp sanat üretimi yapmayı. Ama şunu da belirtmem gerekli; ekonomik durumu iyi bir aileden gelmiyorum, dönüp geçmişe baktığımda şu an için gereklilik olan sanat üretimi dört-beş yıl önce benim için ciddi bir lükstü. Bu sebepten dört yıl önce İstanbul’da bir üniversitenin yetenek sınavlarına bile girmemiş sadece Kocaeli Üniversitesi’ni denemiştim. Eğer Kocaeli Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde “doğru” fotoğrafı çekmeyi öğrenmeseydim hiçbir şekilde kendimi sanat üretimi için finanse edemez ve gerekli motivasyonu bulamazdım.
Ama zaman geçtikçe, kendi imkanlarımı yarattıkça iki okul içinde söyleyebileceğim ortak şey ise: Öğrencilerin yurt dışına yönelmeleri konusunda bir şeyler yapılabileceği, bu konuda fazla eksik var. Hocalar yurtdışı kaynaklarını kullanarak ortak projeler yürütebilir, ya da yüksek lisans yapmak isteyen öğrenciler için çalıştığı alana göre okul önerilerinde bulunabilir.

Sanatçılara dönük artan açık çağrılı yarışmaların, sergilerin sizin için önemi nedir? Nasıl yorumluyorsunuz?

Çok önemli çünkü on beş kadar ulusal, uluslararası sergi / workshop’ta bulundum, bunların hepsi açık çağrı başvurusu sonucunda oldu. Bir şekilde bana ve diğer başvuran herkese bir şans tanınması gerçekten mutluluk verici. Tabii bazı etkinliklerin “biz ne dersek o olur” tutumu hoş değil, sanatçı özgür bırakılmalı ve verilen duvar boyutuna göre duvarını kendisi hazırlamalı. O yüzden başvurduğum yerler konusunda oldukça seçici olmaya çalışıyorum ama ummadık taş baş yarıyor.
Ayrıca şunu da belirtmeliyim, çalıştığım alanda ödül içeren bir açık çağrı denk gelmedi, bu sebeple hiç başvurmadım.

Emin Berk, Homebody, 2020 80*120

“Bu böyle de güzel”. “Burası zaten senin için bir lütuf”

Siz de bu tür yarışmalı sergiye katıldınız. Bu yarışmalı sergilere başvurma amacınız ve beklentiniz neydi? 


Amacım her zaman izleyiciye içeriği, metni, sergilenme biçimi ile iyi hazırlanmış bir iş göstermek, beklentim ise profesyonel bir hizmet almak. Yurtdışı bağlantılı katıldığım tüm etkinliklerde bu hizmeti fazlasıyla aldım ama maalesef Türkiye’de profesyonel bir hizmeti sadece Mamut Art Project, TÜYAP ve FUAM’da alabildim.
Ufak bir sorun çıktığında “destekledikleri” genç sanatçılara yaklaşımları oldukça can sıkıcı oluyor. Hala hiçbir organizatör -hayır sanat profesyoneli değil- sanatçılar olmazsa var olamayacaklarının, silineceklerinin farkında değil.
Otoritelerin suçlandığı her hırsızlık, yolsuzluk, sömürü  suçlamasında sesini çıkartan bazı organizasyonların sorumluları maalesef iş kendi yaptıkları etkinliklere geldiğinde otoritelerle aynı politikaları izliyor.
Yaşadığım bir kaç ‘saçmalığa’ örnekler vereceğim, böylelikle bu röportajı okuyacak tecrübesiz insanlar ne kadar  titiz davranırsa davransın başına gelebilecek ‘saçmalıklara’ önceden hazır olabilir.
Başvurduğum bir etkinliğin başvuruları bittikten tam dört ay sonra başvuru dataları kaybedilmesi üzerine benimle ve başvuran herkesle iletişime geçildi ve tekrar başvurmamız gerektiği söylendi. Fakat bu sırada sessiz sedasız açık çağrı yenilendi. Konuyla alakalı mailime ise “başvuramayan arkadaşlara bir şans vermek istedik” dendi. Sanırım “Hukuk” kelimesinin anlamını unuttuğumuz bu yıllarda daha iyi bir cevap verilemezdi.

Gelelim bir başka olaya; yakın zamanda atlattığım bir sergide duvarımı ışıklandırmadılar, evet yüz sanatçının duvarı ışıklandırılmışken duvarımı ışıklandırmadılar. On birinci sergisinde bulunan birine “Bu böyle de güzel”. “Burası zaten senin için bir lütuf” gibi sözlerle manipüle edilmeye çalışıldım. Tabii manipüle olmadım. Sergi sabahı kendi spot ışıklarımı, spot rayımı ve L demir satın alıp duvara spot ışık taktırdım. Bitti mi? Hayır. Işıklar takılırken ayağıma L demir düştü. Sergi bitiminde taşıma esnasında ışıklarımı kaybedip tam yirmi beş gün sonra buldular, ve bu süreçte olayı kişiselleştirdiler. Aynı organizasyon sözleşme olmadığı ve başvuru sözleşmesinde yazmadığı halde eser satışlarından %30 komisyon aldı.
Bu son yaşanan olaylardan sonra artık Türkiye’de bir şeylere başvurma hevesimi kaybettim çünkü bu konularda şikayetçi olabileceğimiz herhangi bir otorite yok.  Kendi “çalıp” kendi oynayan insanları kime şikayet edeceğiz?
Zaten yıllardır “çalan”lara verdiğimiz bir savaş var, ama gelin görün ki bu sanat camiasının içerisine de sıçramış bulunuyor.  

Emin Berk, Homebody, 2020 80*120

Sanatçıların görünürlüğü konusunda değerlendirmeleriniz neler? Sanatçılar olarak sizler bunun için nasıl stratejiler güdüyorsunuz?

Homebody’de gördüğünüz üzere ne olursa olsun üretimimi yapmaya devam ediyorum, sosyal medyayı kullanıyorum. Önemli olan motivasyonu asla kaybetmemek, tabii bu ülkede bu hiç kolay değil. Yaşanan siyasi ve ekonomik problemler hepimizi etkiliyor. Ben her seferinde daha da hırslanıyorum.

BASE 2020’ye katıldığınız işiniz (Homebody,2020) incelediğimizde kimi farklılıklar olduğunu görüyorum. Bu kapsamda ilk sorum, fotoğrafçı olarak siz çekim alanında değildiniz. Kamerayı kullanmayan bir fotoğrafçının pozisyonundan söz edebilir misiniz?

Daha önce deneyimlemediğim bir teknikti, projeye başlarken bu kadar iyi sonuç alacağımı hiç düşünmemiştim ama uzaktan da olsa makinenin tüm kontrollerine erişebiliyor olmam teknik olarak bir farklılık hissettirmedi. Sadece ben orada olsaydım aynı çekimler bir saat sürecekse bağlantı hızı, anlık donmalar, ses kesilmeleri ve modellerin ekipmanı kurma aşamalarının uzun sürmesi sebebiyle beş- altı saat sürdü.
Teknik detayları bir kenara bıraktığımda ise en garip hissettiğim şey daha önce görmediğim ve sadece makineden aktarılan dijital görüntünün referansıyla çekim yapmaktı, “Dijital çağda fotoğraf”ın zirvesini yaşamaktaydım. Zaten fotoğrafların gösterdiği üzere bu teknik, konu ile arama biraz mesafe koydu.

Fotoğraflarında yer alan kişiler vücut geliştiriciler. Neden vücut geliştiricileri fotoğraflamak istediniz?

Yapacak hiçbir şeyin olmadığı bir şehirde spor salonu sosyal bir ortamdır. Lise dönemimde iki yıl vücut geliştirme ile ilgilendim. Bu insanlar benim bir zamanlar olmak isteyip de olamadığım kişiler.
Vücut geliştirmeciler pandemi süreciyle çektiğim aklıma gelen bir konu değil, zaten yıllardır vücut geliştirme üzerine çalışmaktayım, “Homebody” ise bu serinin içinde yer alan ufak bir “süreç” projesi. Projedeki modellerin hepsi yakın arkadaşım ve yarışma hazırlığında olan sporcular. Yarışmaya hazırlanmak kolay değil, demir gibi bir irade istiyor. Fiziken ve mental olarak çok ciddi şekilde yoruluyorsunuz ve uzun süren bu sürecin sonunda yarışmalar birer birer iptal oldu. Pandemiyle birlikte de diyetler bozuldu, formlar kaybedildi, zaten yarışma hazırlığında çöken psikolojiler daha da çöktü.  İşsiz kalmalarını saymıyorum bile. Ben de olağan durumda kendi yorumumu katarak bu süreci belgelemek istedim.

Çalışmanızı belgesel fotoğrafçılık olarak tarif ediyorsunuz. Türkiye’de ve uluslararası zeminde belgesel fotoğrafçılıkta takip ettiğiniz kişiler kimler?

Öncelikle şunu belirteyim, belgesel bir fotoğrafçıyım fakat belgesel fotoğraf demek 50’lerin klasik belgeseli değil zaten işlerimden de bu belli oluyor. Çağdaş belgesel üretimi gerçekleştirmekte ve daha çok Storytelling (hikaye anlatıcılığı), tipoloji üzerine çalışmaktayım keza takip ettiğim fotoğrafçılar da öyle.
Türkiye’den Emin Özmen ile Sabiha Çimen; yurt dışından ise Nick Waplington, Carl De Kayzer, Bieke Depoorter, Martin Parr takip ettiğim fotoğrafçılar.

Sizin işinizin yapılış biçimi işin kendisine de bir anlam katıyor. Pandemi sürecinizi nasıl geçirdiniz ve sanatçıların güncel durumdaki ihtiyaçları nelerdir? Bunları temin edebiliyorlar mı?

Pandemi sürecinin ilk kısmı biraz sancılıydı. Türkiye’deki ilk vakalardanım desem yalan olmaz.  Hastalık süreci konusunda çok tecrübesizdik. Korku filmi gibi bir hafta geçirdiğim hastane sürecinin ardından, abimle eve kapandık ve tam iki ay evden hiç çıkmadık.
Sanatçıların ihtiyaçları ise pandemi olsun ya da olmasın üretimi için destek almak olarak söyleyebilirim. Maalesef bunu temin edebilen kişi sayısı çok az.

sonradan modern ülke trajedisi içerisinde yapılan her şey çağdaş sanat “kitsch” olduğu için çeşitli imkanlarla yapılan deneysel, metinsiz işler ya da fotoğraf kitapları fazlasıyla ilgi çekiyor,

Türkiye sanat camiasında yer alan üretimlerin siyasal olay ve kavramlara dönük tavrını yorumlayabilir misiniz?

Türkiye sanat camiasını derin bir şekilde takip etmiyorum, edemiyorum. Ama sosyal medyanın da etkisiyle fazlasıyla insanın işlerine ulaşabiliyorum. Özellikle tepeden inme yapılan baskılara karşı sanatçıların kamusal alanlarda sergi açması beni hayli umutlandırıyor.
Böylelikle yapılabilecek söylemler daha iyi yerlere ulaşabiliyor. Arada sırada “beyaz küp”ün sahte gülüşlü, network genişletmeli, fularlı büyüsünden uzaklaşmak ve mahalledeki bir sergiye sergi görmek için gitmek gerek. Bu bağlamda son dönemde gördüğüm en iyi sergi Mikrotopya sergisi.

Emin Berk, Homebody, 2020 80*120

Türkiye sanat camiasına dair izlenim ve gözlemleriniz nelerdir?

Sanat camiasının ikiye bölündüğünü düşünüyorum, bir tarafta sadece dekoratif işler üretilirken diğer tarafta kavramsal metni ve içeriği ile güçlü işler oluyor.
İkisinin ortak noktası ise kendimi yineleyeceğim ama sanat camiasının kendi çalıp, kendi oynaması.” Her sergide aynı işleri ya da metne uydurulmaya çalışan arşiv işlerini görmekten çok sıkıldım.
Ama sonradan modern ülke trajedisi içerisinde yapılan her şey çağdaş sanat “kitsch” olduğu için çeşitli imkanlarla yapılan deneysel, metinsiz işler ya da fotoğraf kitapları fazlasıyla ilgi çekiyor, tabii öğrencilerin sürekli sergi gezmesi de işlerine yansıyor.

Gelecek projelerinizden bahsedebilir misiniz?

Gelecek projelerimden ilki yine vücut geliştirme olacak fakat “Homebody”den bambaşka bir seri ile karşı karşıya kalacaksınız. İkincisi ise erki konu alan, portre içerikli bir seri olacak. Son olarak ise çalıştığım bir köy var, onu göreceksiniz. Önümüzdeki iki yıl içinde bitecek olan projelerim bunlar. Bittiklerinde hep birlikte göreceğiz.

Burada sorularla ifade edemediğiniz ama sanat piyasasına dair genel değerlendirmelerini de almak isterim.

Evet,  röportaj boyu zaten bu konuda bir şeyler yazdım fakat unutmadığım bir konu daha var.  “gönüllülük” altında sömürülen sanat bölümü öğrencileri.
Bildiğiniz üzere normal koşullarda yıl içerisinde yüzlerce sergi, etkinlik oluyor.
Arkasında onlarca büyük sponsorun olduğu, litrelerce alkolün dağıtıldığı, hiçbir masraftan kaçınılmayan bu sergilerde “gönüllü görevli arıyoruz” gibi ilanlar görüyorum.
Hak hukuk dendiği zaman en fazla sesini çıkaranlar “Tecrübe olur, sanatçılarla tanışırsınız, koleksiyonerlerle tanışırsınız” gibi vaatlerle öğrencileri kandırıp köfte ekmek karşılığında çalıştırıyor. Nasıl ki birileri tarafından “küratöryel çalışma, katalog röportajı” gibi şeyler ücretlendiriliyorsa bu da bir kurum tarafından ücretlendirilmelidir.

Emin Berk, Homebody, 2020 80*120

Seçilmiş Kişisel Sergiler;

Base 2020 (20-25 kasım 2020)

Mamut Art Project 2019 (3-7 Nisan 2019)

Seçilmiş Karma Sergiler;

# Bridging Stories 2” Uniq Gallery 2020

# Bridging Stories 2” Armenian Center for Contemporary Experimental

Art (ACCEA) 2020

Artist 2018 / 28. Uluslararası İstanbul Sanat Festivali (10-18 Kasım 2018)

8.Bursa Fotoğraf Festivali (28 Eylül-7 Ekim 2018)

8.Fkare Fotoğraf Festivali (13 Temmuz-13 Ağustos 2018)

İstanbul Fotoğraf Kitabı Festivali – Tophane-i Amire(4-6 Mayıs 2018)

7.Bursa Fotoğraf Festivali (13-22 Ekim 2017)

Photo&Dijital 2016 (6-9 Nisan 2016)

Katıldığı Workshoplar;
Visa Pour l’ımage – Ceu Students 2020 Bridging Stories 2 – Dilijan / Armenia 2019
Kazuma Obara- Finding Your Own Way Of Storytelling- FUAM 2018

Selim Süme- Otoportre- Fkare Fotoğraf Festivali 2018

söyleşi kapsamında yer verilen eserlerin orijinalliğinin sorumluluğu sanatçının kendisine aittir.








Yorum bırakın