İçerideki Yabancılar: Roman / Çingene Çocukların Umutlu Evreni

[*]ilk kez www.yenicikanlar.com.tr ‘de yayımlanmıştır

“Çingene, Roman, esmer vatandaş, şopar, pis, hatta hırsız, hayırsızlar… Tüm şehri kendi sokakları, evleri gibi bilen bu insanların evlerinden, sokaklarından ne kadar uzak olduğumuzun uyarısını yapıyor Koptekin.”

Derya Koptekin ile İletişim Yayınları’ndan çıkan Biz Romanlar Siz Gacolar Çingene/Roman Çocukların Kimlik İnşası kitabını, kitabından bizlere tanıttığı evrenini ve kendisini konuştuk. Koptekin, romanların / çingenelerin Türkiye’deki açılım politikalarının yansıması getirdiği popülerlikten farklı bir arayışta. Kitabı okudukça bu sert kabuklu katmanlı yapının direnişi meselenin karmaşıklığını ve tarafların kimi kabullerini açıklamaktadır.

Çingene, Roman, esmer vatandaş, şopar, pis, hatta hırsız, hayırsızlar… Tüm şehri kendi sokakları, evleri gibi bilen bu insanların evlerinden, sokaklarından ne kadar uzak olduğumuzun uyarısını yapıyor Koptekin.  Bir yandan onlardan olabildiğine korkarken diğer yandan en neşeli günlerimizde onların müzikleriyle dans ediyoruz. Derya Koptekin, sadece göz ardı ettiğimiz insanları değil, o insanların, özellikle de çocukların hayat ile kurdukları ilişkileri irdeleyerek barışçıl bir toplum haline gelmek için kat etmemiz gereken mesafeyi ölçümlüyor.

dery
Derya Koptekin

Derya Koptekin ilk, orta ve lise öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 2006 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. 2010 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Medya ve Kültürel Çalışmalar Anabilim Dalı’ndan ve 2013 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Aile Eğitimi ve Danışmanlığı Anabilim Dalı’ndan yüksek lisans derecelerini aldı. Yoksulluğun sosyal temsilleri, çocukların kimlik algıları, sınıf deneyimleri, kentsel dönüşüm ve göç konularında çalışmalar yürüttü. 2009-2016 yılları arasında Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü’nde psikodramatik grup terapisi eğitimini tamamlayarak psikodrama terapisti unvanını aldı. 2008 yılından beri İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde psikolog olarak görev yapıyor. Ayrıca çocuk hakları, çocuk istismarı ve ihmali, toplumsal cinsiyet, kadına yönelik şiddet, ayrımcılık, üreme sağlığı ve cinsellik, ruhsal travma gibi pek çok konuda eğitim ve atölye çalışmaları yürütüyor.

Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım mı? Derya Koptekin kimdir ?

Mardin’in Kızıltepe ilçesinde, Arapça konuşulan kalabalık bir ailenin içine doğdum. Dört yaşımdayken babamı kaybetmemiz üzerine başta yoksulluk olmak üzere yaşadığımız pek çok zorluk nedeniyle yedi yaşımdayken İstanbul’a göç ettik. Dolayısıyla Çingene/Roman çocukların seslerine kulak vererek ve bu sesi bir nebze de olsa duyulur kılmaya gayret ederek, kendi çocukluğum üzerine düşünme ve kimliğimi oluşturan dinamikleri sorgulama fırsatı buluyordum. Sanırım tüm bunlar çalışmamı alışılageldik sosyolojik incelemelerden farklı kıldı.

Kitap alışıldık şekilde kurgulanan ‘kimlik’ grubunun anlatıldığı kitaplardan değil.  Sadece bir yazar olmanın ötesinde Derya Koptekin ile Biz Romanlar Siz Gacolar arasındaki bağı anlatabilir misiniz?

Kitap İzmir’in Konak ilçesinin Çingene/Roman semti olarak anılan Tepecik’i konu alıyor. Araştırmamı orada bulunan İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Çocuk ve Gençlik Merkezi’nde psikolog olarak çalıştığım süre zarfında gerçekleştirdim. Kitabı hazırlarken hem bir araştırmacı, hem merkezin psikologu, hem de çocukların tabiriyle bir Gaco idim. Bu açıdan kitap, çocuklarla yaptığım görüşmelerin yanı sıra merkezde çalıştığım 7 yıllık süre boyunca edindiğim deneyimleri ve gözlemleri de içeriyor. Yaşamlarını konu edindiğim topluluğu tanıyan ve onlarla farklı açılardan da temas kurma olanağı olan biriydim. Görüşme yaptığım çocukların neredeyse tamamının yaşadığı evi daha önce ziyaret etmiştim. Ayrıca Çingene/Roman çocukların deneyimlerine odaklanmak, bana kendi çocukluğum üzerine düşünme imkânı da verdi.

Roman mı, Çingene mi? Nasıl kullanmak daha uygun olur?

Adlandırmayla ilgili belirsizlikler ve tartışmalar sürüyor. Topluluğun kendi içinde de iki farklı eğilim var. Bir grup, “Çingene” sözcüğüne yüklenen aşağılayıcı, olumsuz ve önyargılı anlamlar yüzünden kendilerini “Roman” olarak tanımlarken, ikinci gruptakiler ise “Çingene” sözcüğünü aşağılayıcı çağrışımlarından kurtarıp, Türkiye’deki tüm Çingene/Roman gruplarını kapsayacak bir isim hâline getirmek gerektiğini savunuyor. Sanırım bu noktada önemli olan topluluğun tanınmak istediği biçimde bir adlandırmaya gitmek. Ben kitapta, “Roman” ve “Çingene” terimlerini birlikte kullanmayı daha uygun buldum.

Kitaba baktığımızda birbirine geçmiş farklı dünyaların öykülerinin mesela bir çocukta nasıl hayal kırıklığına ve umuda dönüştüğünü görebiliyoruz. Büyüklerin dilini konuşan çocukların ‘yaralarının, eksikliklerinin, toplumsal konumlarının’ farkında olduklarını sezinliyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?

Çocuklar hakim bakışın onları ‘aşağı’ konuma yerleştirdiğini biliyorlar ve bunu açıkça ifade de ediyorlar. Mesela görüşme yaptığım çocuklardan biri şunu söyledi: “Gacolar Romanlara ne diyolar; ay diyolar, ıy diyolar, ‘Pis bunlar!’ diyolar… Bu elbette onları üzen, kendi içlerine daha fazla kapanmalarına yol açan bir durum. Bu nedenle başka gruptan insanlarla karşılaşmaları hayal kırıklığına dönüşebiliyor.

Dış görünüş çocukların anlatımlarında sıkça dile getirilmiş.  Bedene kazınan bu ‘yasalardan’ bahseder misiniz?

Dış görünüş farklılıkları kuruyor. Yani görünüş hem sınıfsal hem de kültürel farklılıkların ifadesi haline geliyor. Çocuklar açısından ayrımcılığa uğramalarının bir sebebi de fiziksel görünümlerinin, örneğin tenlerinin koyuluğunun Çingene/Roman olduklarını ele veriyor olmasıdır. Beyaz tenli olmak istediğini söyleyen bir kız çocuğunun, bunu “Beyaz tenli insanlar temiz gösterir ya, esmer insanların tenleri koyu oluyo ya, pis gösteriyo,” diyerek açıklayışında açıkça görüyoruz. Böylelikle çocukların gözünden görünüş, giyim kuşam saygınlık işareti haline geliyor. Bu sebeple görünüşleri konusunda çok hassaslar.

Kitaptaki yoğunlaşan temalardan biri  de özgürlük. Çocukların kendilerini ifade ederken kullandıkları ifadeler, romanların/çingenelerin disipline edilmesinin zorluklarını anlatanlar bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu durumu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çocukların yaşamının hizaya gelmeye direnen, disipline edilemeyen bir yönü var. Bu bir yandan yaşamlarının canlılığının ve neşesinin kaynağı iken diğer yandan eğitsel olanaklara erişimlerinin önünde bir engele dönüşebiliyor. Hemen hepsi gününü sokakta geçiriyor. Mahalle yaşantıları geceleri de çok hareketli, bu nedenle sabahları erken uyanmaları çok zor oluyor. Bir de günün belli saatlinde başlayıp belli saatinde biten, bir öğretmenin belirli bir program çerçevesinde ders verdiği bir sistem çocuklara çok sıkıcı geliyor. Bu yüzden okul yaşamlarının en keyifsiz yönüne dönüşebiliyor. Özgürlük diyemesem de serbestlik hakim hayatlarına ve okula gitmek yerine dilediklerince uyumak, sokaklarda dolaşmak, oynamak istiyorlar. Aslında bu pek çok çocuk için geçerli bir durum. Çingene/Roman çocuklar bunu daha kolay yapabiliyorlar sadece…

“Örneğin görüşme yaptığım çocukların azımsanmayacak bir kısmının ailesinden en az biri cezaevindeydi ya da cezaevine girip çıkmıştı.”

–Derya Koptekin

Eğitim çocuklar için bir yandan  fırsat olarak  görülmeye devam ederken bir yandan da devamsızlıkların çok fazla olduğunu kitap aracılığıyla tespit ettik. Bu motivasyonun kırılma noktası hakkında bilgi verebilir misiniz?

Demin söz ettiğim gibi mahalle yaşantısının canlılığına karşın okulun sıkıcı bulunması işin bir boyutu. Diğer yandan öğretmenlerin, idarecilerin tutumları da çocukların eğitime devam konusundaki isteksizliklerini arttırıyor. Çocukların yaşamına yabancılar, onları tanımıyorlar ve hızla “tembel, terbiyesiz, uyumsuz, disiplinsiz” olarak damgalıyorlar ve onların yaşamına herhangi bir biçimde katkı sunabileceklerine inanmayı bırakıyorlar. Daha genel bir sorun ise eğitimin iş bulmayı garantilemediğinin, üniversite mezunların da işsizlik sorunu ile karşı karşıya olduğunun daha çok farkında olmaları.

Türkiye’nin güncel durumunu izlediğimizde sanırım, siz de katılırsınız, çocuk olmak oldukça zor. Sizin kitabınızdaki çocukların, Türkiye’deki çocukların maruz kaldıkları ortalama baskının  neresinde durduğunu düşünüyorsunuz?

Gerçekten de yaşam çocuklar için her geçen gün daha da zor hale geliyor. Çocuk istismarının yaygınlığı çocukların yaşamının daha çok kısıtlanmasına; yaratıcılıklarını, sosyal becerilerini arttıran sokak yaşantısından uzaklaştırılmalarına yol açıyor. Bunun bir ucunda güvenlikli sitelerde sınırlı yaşam deneyimleri olan, okula servisle gidip gelen ve kendinden farklı çok az insana temas edebilen çocuklar varken; diğer ucunda kendi içine kapalı “gettolaşmış” yoksul mahalleler var. Güvenlik endişelerine bir de yoksulluk eklenince yaşamları daha çetrefilli hale geliyor tabi. Yoksulluk sadece temel ihtiyaçlarının karşılanamamasına yol açmıyor. Aynı zamanda onları yaratıcı potansiyellerini gerçekleştirme araçlarından da yoksun bırakıyor. Eğitim olanaklarına erişememe, çocuk işçiliği, korunmadan uzak istismara açık ortamlarda bulunma. Örneğin görüşme yaptığım çocukların azımsanmayacak bir kısmının ailesinden en az biri cezaevindeydi ya da cezaevine girip çıkmıştı. Yasadışı işlerin yaygınlığı çocukların yaşadığı ortamı, evi güvenlik duygusundan uzaklaştırıyor, hayatlarını kararsızlaştırıyor. Yaşamlarına belirsizliğin hâkim olması yakınlarına bağlanmayı ve onlara güvenmeyi de zorlaştırıyor.

Kitabı tekrar okuduğunuzda imkânlarınız olsa neyi ekler veya çıkarırdınız?

Kitabın bu haliyle yapmayı hedeflediği şeye uygun bir içerik taşıdığını düşünüyorum. Çingene/Roman çocukların yaşamlarını görünür kılma gayreti taşıdığı için onların anlatımlarına başvurdum. İfadelerinin yalınlığı da hakikatlerinden kaçmamıza fırsat vermiyor, pek çok şeyi gözler önüne seriyor. Sadece mahalleden daha fazla yazılı ve görsel malzeme toplayabilmeyi umut ederdim. Fakat ne yazık ki bu çok zor. Çünkü birine öfkelendiklerinde, o kişinin fotoğraflarını ya da mektuplarını yırtıp attıklarını ya da yaktıklarını öğrendim. Bu kayıt dışı göçebe yaşamlarına uygun bir tutum, kayıplarıyla böyle baş edebiliyor olmalılar.

Bir sonraki işiniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

Kitap yayınlanmadan kısa bir süre önce anne oldum. Çok tatlı bir oğlum var. Zamanımın neredeyse tamamı onunla geçiyor. Böylelikle annelik üzerine çok fazla düşünmeye başladım. Anne olmak, çocuklu kadınların yaşamını dolduran bir rol. Hatta neredeyse en önemli role dönüşüyor. Bir bebekle vakit geçirmek, gelişimine bu kadar yakından tanık olmak, hatta eşlik etmek diyeyim, çok keyifli. Sizin anneliğinizin inşasına da bebeğiniz katılıyor. Gerçekten eşsiz bir deneyim. Fakat bunu bir o kadar yorucu ve stresli kılan toplumsal beklentiler, üzerine binen başka roller var… Her neyse, üzerine bu kadar az yazılmış olması daha da şaşırtıcı geldi anne olduğumda… Sanırım fırsatım olsa bu konuyu enine boyuna düşünmek ve üzerine yazmak isterdim, ancak bu şimdilerde pek olanaklı değil, çünkü bakım emeği gerçekten çok zaman alıyor…

Üç kitap önerisi  istesem ne olurdu?

Editörlüğünü Necmi Erdoğan’ın yaptığı, benim çalışmama da ilham veren “Yoksulluk Halleri: Türkiye’de Kent Yoksulluğunun Toplumsal Görünümleri[1] kitabını çok önemsiyorum. Ayşegül Devecioğlu’nun kahramanı Çingene bir kadın olan romanı “Ağlayan Dağ Susan Nehir[2] Çingenelerin yaşamının iyi bir resmini sunduğu ve onların gerçeğini kavradığını düşündüğüm için severek okudum. Bir de kendi çalışmamı tamamladıktan kısa bir süre sonra okuma fırsatı bulduğum Egemen Yılgür’ün “Roman Tütün İşçileri[3] kitabı var. Romanları pek görülmeyen bir yönüyle inceliyor; onları sınıfsal ve siyasal varlıkları ile ele alması açısından çok değerli bir çalışma gerçekten. Konuyla ilgili ilk aklıma gelenler bunlar.

[1] Necmi Erdoğan, 2007, Yoksulluk Halleri: Türkiye’de Kent Yoksulluğunun Toplumsal Görünümleri, İletişim Yayınları
[2] Ayşegül Devecioğlu, 2007, Ağlayan Dağ Susan Nehir, Metis Kitap
[3] Egemen Yılgür, 2016, Roman Tütün İşçileri, Ayrıntı Yayınları

Yorum bırakın